14 Mart'ta Ne Olacak?
Son günlerde sosyal medyada bazı fenomenlerin ve din görevlilerinin yayınladığı videolarda 14 Mart tarihinde gerçekleşecek bir felaketten söz ediliyor. Bu açıklamalar ise 6 Şubat'tan beri devam eden afetin korkusu üzerine tuz biber serpiyor.
Meltem Suzan Zeki
info@aktuelgazete.com -Peki, ne olacağını bilmediğimiz bir olaya karşı yaklaşımımız nasıl olmalı, hazırlığımızı ne şekilde yapmamız lazım? Bu soruya ben de bir yanıt vermek istedim.
Tarih yayınları sayesinde ulaşabildiğimiz en eski dönemlerden günümüze kadar incelediğimizde dünyada sürekli afet ve felaketlerin gerçekleştiğini, bazı dönemlerde bu olayların ekstra artarak tabir-i caizse her şeyin üst üste geldiği zamanlardan geçildiğini görebiliyoruz. Türkiye olarak son 3 yılımıza, benzer bir yakıştırma yapabiliriz. Önce Covid-19 pandemisi, sonra küresel kriz ve son olarak 6 Şubat Kahramanmaraş depremi, halk olarak bıçağın kemiğe dayandığı bir noktaya gelmemize neden oldu. Tüm yaşananlar yetmezmiş gibi sosyal medya ve basın üzerinden korku salma ve kaos ortamı yaratmayı amaçlayan yayınlar sebebiyle toplumda gitgide tırmanan bir anksiyete meydana geldi. Özellikle 14 Mart tarihinde meydana geleceği iddia edilen bir felaket hususunda herkes endişeye kapıldı, kimisi bir bilim adamına kimileri ise din alimlerine sorular sorarak rahatlamanın yollarını arıyor.
İnsan olarak acziyetimizden dolayı birçok olayın meydana geleceği günü bilme veya olmamasını sağlama lüksümüz yok. Depremlere sağlam binalar yaparak, ev alırken/kiralarken sağlam yapıları seçerek bir nebze hazırlıklı olmamız mümkün ya da bağışıklığı güçlendirerek hastalıklardan bir noktaya kadar korunmamız mümkün ancak bilinmeze hazırlıklı olmak maalesef mümkün olmadığı gibi insanı korku ve kaygıdan hasta edecek boyutlara kadar rahatsız ederek günlük yaşamı son derece sekteye uğratan bir psikolojiye sokuyor.
İnancımıza göre gaybı yalnızca Allah bilir. Bize bildirdiklerini ise bilim yoluyla anlarız. İlim boyutunda elde edilen mesajları ise yorumlamak herkesin hakim olabileceği bir alan, bir yetenek değildir. Bu sebeple bize tek bir seçenek kalıyor; temkinli yaşamak ve olumlu düşünmek...
Dünyadaki her şey bir enerjidir ve frekanslara göre başımıza gelenler olumlu veya olumsuz olabilir. Korku frekansı arttıkça korkumuzu arttıracak olayların yaşanmasını da arttırırız. Anksiyetemizi, korkumuzu, endişemizi tetikleyecek hesapları takip etmeyi bırakarak kendimize bir iyilik yapabiliriz. Zira tarihi bilsek bile ne olacağını bilmediğimiz bir olaya nasıl hazırlık yapacağımızı da bilemeyiz. Sonuç olarak bir şey olmayacağı varsa da korku frekansını beslediğimiz için başka bir yerden kötü bir olayı hayatımıza çekmemize neden olacaktır.
Sosyal medya kanallarının her birinde sayısı günden güne artan astroloji hesaplarında, tek işi halkı korkutmak, telaşa kapılmalarına neden olacak paylaşımlar yapmaktan ibaret olan insanlar görüyoruz. Bu insanların çoğu yabancı ülkelerin kahinlerinin hesaplarını Türkçe'ye çevirip yayınlaması, inancımız ve değerlerimizle örtüşmeyen yayınlar yapması, bilimsel olarak hiçbir kanıt olmamasına rağmen gaybdan haber vermeleri etik olmamakla birlikte halkın korku frekansına girmelerine sebep oluyorlar. Bu sayede büyük bir takipçi kitlesi elde ediyorlar. Peki, ürkütücü içerikler neden bu kadar büyük kitleye hitap ediyor?
Sebep sadece bizim ilkel beynimiz. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım insan ilkel beyni ile hareket eder. İlkel beyin ise önce negatifi algılamaya yönelik çalışır. Sebebi ise kendini koruma iç güdüsüdür. Yani bir tehlike varsa diğer her şeyi bırakıp hayatta kalabilmek için önce buna çözüm üretmeyi amaçlar. Basın kuruluşları bile bu özelliğimize yönelik yayın hazırlarlar. Ne kadar çok felaket haberi, korku haberi, trajedik olay verirseniz kitlenizi o derece size bağımlı kılabilirsiniz. Birçok Youtube, Instagram fenomeni de bu damarı kullanarak hayatımıza sızıyorlar. Sağlıklı bir yaşam için önce bu kanallarla ve kaos oluşturan içerikler yayınlayan hesaplarla ve tüm bunlara hizmet eden beyinlerle iletişimimizi kesmemiz gerekiyor.
Bir topluluğu bir uçağın düşeceğine inandırırsanız, enerjiyi oraya yoğunlaştırırsanız bir yerde bir uçağın düşmesini sağlarsınız zaten. Deprem üretme potansiyeli olan bir fay üzerindeki şehirlerde kaç büyüklüğünde deprem olacağını bilmek mümkündür. Bunu açıklamış bir bilim adamının ilahlaştırılarak ağzından çıkan her sözün vahiymiş gibi algılanması doğru değildir. Zaten nerede, ne zaman deprem olacağını bilmemize gerek yok, biz bir deprem ülkesiyiz. Her tarihte, her zamanda, her anda buna hazır vaziyette yaşamak zorundayız. Binalarımızı sadece bir bölgede deprem olduğu zaman değil, bir şehirdeki yıkımlar unutulana kadar değil, her an sağlam yapmak; bir yaşam alanı seçerken de buna göre seçmek zorundayız.
Kısaca tarihler peşinde koşmak sadece bozuk bir psikoloji, yolunda gitmeyen ve tat vermeyen bir günlük yaşamdan daha fazlasını bize sağlamayacaktır. Her birimize düşen en önemli vazife olumlu düşünmek, tevekkül etmek, korku pompalayan insanlara prim vermemek, kaosa sürüklemeye çalışan hesaplardan uzak durmaktır. Amacı gündemde kalmak ve daha fazla takipçiye ulaşmak olmayan bilim adamlarının ve devlet kurumlarının açıklamaları bize yeter de artar. Müdahale şansımız olmayan konularla kendimizi ve çevremizi korkutmak ve yormak bize sadece zarar verir.
Şahsım ve bütünün adına yaşamın her anında güzellikler diliyorum...