26 May 2025 - Monday

SEVGİNİN, MASUMİYETİN VE AŞKIN SENBOLÜ GÜLE DAİR

Genel olarak sevgiliyi temsil eden gül, sanatın birçok dalına, edebiyata, şiirlere konu edilmiştir. Birçok toplumda kültürel öneme sahip olan, sevgili denilince ilk akla gelen en zarif hediye çiçek gül güzel kokulu bir bitki türüdür. Çoğu kimse güzelliği

Yazar - Önder Güzelarslan
Okuma Süresi: 8 dk.
Önder Güzelarslan

Önder Güzelarslan

info@aktuelgazete.com - 02126647132
Google News

Genel olarak sevgiliyi temsil eden gül, sanatın birçok dalına, edebiyata, şiirlere konu edilmiştir. Birçok toplumda kültürel öneme sahip olan, sevgili denilince ilk akla gelen en zarif hediye çiçek gül güzel kokulu bir bitki türüdür. Çoğu kimse güzelliği ve kokusu için yetiştirir.

Birçok gül türünün ana vatanı Asya kabul edilir. Gülgiller (Rosaceae) familyasının rosa cinsinden çok yıllık kapalı tohumlu bitki türü olan gül, yapılan araştırmalara göre 35 milyon yıllık bir geçmişe sahiptir. İnsanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5 bin yıllık bir geçmişe dayanır. Orta Asya bölgesinden çeşitli ticaret yollarıyla dünyaya yayılan gül Antik Dönemde birçok farklı efsaneye de konu olmuştur. Öyle ki, Antik Dönemde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve bahçeleri kadar önem taşımıştır. Kokusunun insana verdiği ferahlık bütün çağlarda huzur getirmiş bu sebeple de kokusunu kalıcı kılmak için bazı çalışmalar yapılmış, bu çalışmaların en önemli kısmı yine ilk olarak Atik dönemler de başlamıştır. Antik Dönemde Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi medeniyetler kullandıkları yağlarla maserasyon yöntemiyle yani gül çiçeklerinin uygun yağlarda belli bir süre bekletilme yöntemiyle daha sonra da ekstraksiyon yöntemi uygulayarak kokusunu kalıcı kılmaya çalışmışlardır. M.Ö. 50’lili yıllarda damıtma yöntemiyle gül suyu elde edilmiştir. Bir sonraki aşamada da gül yağı elde edilmeye başlamıştır.  

Sanat dünyasında bir ifade aracı olarak görülen taç yapraklı, güzel kokulu gül, sahip olduğu çeşide ve renge göre de farklı anlamlar taşır. Kendine has bir anlam çeşitliliğine sahip dili olan gülün en yaygın türü sevgiyi ve sevgiliyi sembolize eden kırmızı renkli olanıdır. Aşkın ve tutkunun simgesidir kırmızı gül. Romantizmi ve sevimliliği temsil eden pembe güllerdir. Beyaz güller ise masumiyeti ve saflığı ifade eder. Aynı zamanda kalpteki duruluğun nişanıdır. Ne kadar bakarsan bak kirlenmez. Sarı güllere gelince dostluk ve mutluluk akla gelir. Ancak sarı gülün anlamı verildiği kişiye göre değişir. Bir dosta verilen sarı gül dostluğun gücünü ve bağlılığı ifade ederken sevgiliye verilen sarı gül biraz kıskançlık biraz ayrılık duyguları barındırır. Velhasıl güllerin her rengi kendine has bir duygu ve anlam taşır.  

İslam Dini açısından gül, Hz. Peygamber Efendimizi sembol ettiği düşünülür ve O'nun yüzünün güzelliğini hatırlattığı ifade edilir. Tasavvufta ise Allah ve Resul’ünün sevgisini temsil ettiğinden ilahi aşkın, muhabbetin, ubudiyeti, hürriyetin, Allah’ı tanımanın ve ilahi sıfatlarla bütünleşmenin sırrını sunan marifetin sembolüdür. O sebeple tasavvuf ehlinin gül gibi sade bir gönül taşıdığı söylenir. Ayrıca Hz. Peygamber Efendimize gönderilen, insanlığa rehber ve ışık olan Kur'ân-ı Kerim'in de “gül tohumları saçan” bir kitap olduğu kabul edilir. Mitolojik hikayelerde, tanrıların el ele verip yarattıkları söylenen gül, Aphrodite’nin en sevdiği çiçeklerdendir. Anlatılan efsaneye göre Aphoredite bir gün oğlu Eros’a bir gül hediye eder, oğlu Eros’da bu gülü sessizlik tanrısı Harpocrates’e verir. Böylelikle gül sevginin, sessizliğin ve gizliliğin sembolü olmuştur.

Karacoğlan bir şiirinde;

“Benim yârim gelişinden bellidir.

Ak elleri deste deste güllüdür.” İfadesine yer verir.

Pir Sultan Abdal da;

“Cem-i çiçekten hası,

Ağ gül ile kırmızı gül

Deli gönül eğlencesi,

Ağ gül ile kımızı gül.” Sözleriyle seslenir güle.

İnsanın günlük yaşamında çok özel bir yeri olan gül ile bülbül birlikte zikredildiklerinde beşerî ve ilahi aşk sembolize edilmiş olur. Gül aşkın, güzelliğin, sevginin ve saygının ifadesini en güzel bir şekilde bünyesinde toplayan bir çiçektir. Bu sebeple de gülü sevenin dikenine katlaması gerektiği söylenir. Bir başka ifadeyle de “Kokusu en güzel gülün dikeni acı verendir.”

Anadolu’ya gülün gelişi 1870’li yılların başında Bulgaristan’dan gelen göçmenler aracılığıyla olmuştur. Ülkemizde gül denilince akla hemen Isparta gelir. Isparta da gülcülüğün geçmişi çok yoktur. Isparta gülcülüğü, en çok 150 yılı bile geçmeyen bir tarihe sahiptir. Gülcülük henüz Isparta'da bilinmez iken Burdur, Denizli ve Çal yörelerinde gül yetiştiriciliği yapılıyordu. Gülcülüğü Isparta'ya, Yalvaç ilçesinden gelip Isparta'ya yerleşen Meydanbeyoğlu, Mehmet İzzet'in oğlu İsmail Efendi getirmiştir. Bu getirişin de çileli, çok ilginç bir hikayesi vardır. Anlatılanlara göre;

İsmail Efendi, iyi bir medrese eğitimi almış ve kendini sürekli geliştirerek görüş açısı oldukça geniş bir kişi olarak yetişmiştir. Gülcüzade İsmail Efendi’nin ilk ticari teşebbüsü dokumacılık olmuş, çeşitli ustalardan aldığı bilgilerle kurduğu dokuma tezgâhları sayesinde bu mesleğin Isparta ve Burdur çevresinde hızla yayılmasını ve birçok kişinin bu mesleği öğrenmesini sağlamıştır. 1889 yılında Bulgaristan’a bağlı Kızanlık Bölgesi'nden Denizli’nin Çal ilçesine gelen bir tapu memurunun gül çiçeğinden yağ elde edebildiğini öğrenmesi ile bu kişi ile mektuplaşmış ve gülcülük üzerine geniş bilgilere sahip olmuştur. İsmail Efendi her Ispartalı gibi bilinçli, yeni bir şeyler öğrenmeye, yapmaya susamış, kendine güvenli, çalışkan, sabırlı, hırslı, direnme gücü olan, inatçı kişiliğe sahip bir kişi idi. O vakte dek, Isparta Ovası'na ne ekilip dikilir ise pek gelir getirmiyor, çalışıp çabalamalar boşa gidiyordu. İsmail Efendi şöyle komşu illere Burdur, Denizli, Çal yörelerine doğru bir geziye çıktı. Oralarda ne ekip dikiyorlar, topraktan nasıl daha çok gelir sağlıyorlar onu inceledi. Sonunda gülcülükten Ispartalılarında para kazanabileceğini düşünerek Isparta topraklarında gül yetiştirmeye karar verir. Ve böylelikle Isparta gül ile tanışmış olur.

Kesin olmamakla birlikte gül yağı ve gül suyu ilk olarak İran veya Hindistan'da üretilmeye başlanmış, Isparta’da ise gülyağı üretimi 1892 yılında “Müftüzade İsmail Efendi” tarafından gerçekleştirilmiştir. İmbik adı verilen basit ve ilkel kazanlarda üretilmeye başlanan gülyağı uzun yıllar bu metotla üretilmeye devam etmiştir. Atatürk’ün Isparta’ya gelişinde verdiği talimat uyarınca, “İktisat Vekaleti” tarafından modern gülyağı fabrikasının 1935 yılında kurulması sonucu yerini büyük ölçüde sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmıştır. Isparta İslamköy’de Gülbirlik’in kurduğu Gülyağı Fabrikasına ilaveten 1976 yılında faaliyete geçirdiği gülyağı tesisleri ile Türk gülcülüğü ve gülyağı üretimi devam ederek bugünlere gelinmiştir.

Zarafet ve güzelliğin simgesi olan gül, yüzyıllardır edebiyatta, sanatta ve günlük hayatta önemli bir yer tutmuştur. Henry Ward Beacher gülleri kalbin diline benzetir. Hz. Mevlâna da “Bir gülün kokusu, bin kelimeye bedeldir” diyerek gülün verdiği ilham derecesini anlatmaya çalışır.  Güle dair son sözü George Eliot’a bırakalım;

“Hiçbir zaman gökten gül yağmaz, daha çok gül istersek daha çok fidan dikmemiz gerekir.  

Gül kokulu, umut dolu yarınlar temennisiyle…

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.